Kim derdi ki -15 derece soğukta Munich'e gidip bir de kuru soğuğun içimize ince ince işleyen sevimsiz İstanbul kışından daha makbul olduğunu iddia edeceğim? Ama işte mesimlerden Şubat olunca benim de içimi nice kuyumcunun kavrulduğu alev alır: Inhorgenta'ya gidilecek, yenilikler görülecek, taşlar edinilecek, seminerlere katılınacak...Eh bu sene de yine öyle oldu. Size pek tabii tükettiğim beyaz Münih sosislerinden bahsetmeyeceğim (bir sosis dağı diyelim) Ama gördüğüm nefis tasarımları anlatacağım.
Başlayalım "silversmith"ler ile.... (malum, Türkçe'de karşılığı olmayan bir kelime ve de etraftaki örneklere bakılırsa karşılığı olmayan bir meslek dalı)Gümüşten kap kacak, ev eşyası yapan hanım ve beyler. İcra ettikleri biz "goldsmith"lere dahi gizemli, başka bir dil gibi gelir. Burada adı geçenler küçük olçeklerde çalışan, alçakgönüllü kullardır, nam-ı diğer sadekar, takı sanatçısı.
SiLver Triennale'de yine şiir gibi işlenmiş onlarca parça arasında Ulla Kauffmann'ın işi favorim. Çok sade, kare şeklinde bir kutu. Frau Kauffmann, bir sihirbaz. Minyon yapısına bakarak karar verilmez, koca gümüş tabakları sonsuz bir akışkanlık, sadelik içinde, sanki hiç insan eli değmemiş gibi yaratır. Aynı şeyi yıllardır yarattığı "sanki sonsuzluğun bir parçasıymışçasına" sıcak altın renkli kolyeleri için de geçerli. İnsan eli değmemişçesine mükemmel, ama elin sıcaklığını da hissettirir.
Sadelik beni hep cezbeder, o yüzden Atelier Luz'un sakura'larına kayıtsız kalamam. Eh bir de, yaratıcısı Marike Hauser'in neşesi ve tatlı sohbetini ekleyin, standta neden o kadar çok vakit geçirdiğim ortaya çıkar.
En büyük favorimi sona sakladım: Gill Galloway Whitehead. Neşeli ve sıcak denmez ona. Karlar kraliçesi gibi mesafeli ve gizemli bir kadındır. Ama öyle hikayeler anlatır ki...Uzak ormanlara dair, güneşin doğuşuna, büyüyen nadir bitkilere dair...
Elleriyle anlattığı masalların bir bağımlısıyım!